Paris İklim Anlaşması
Türkiye tarafından 2016 yılında imzalanmış olmasına karşın bugüne dek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulmamış olması sebebiyle yürürlüğe girmemiş olan Paris İklim Anlaşması (“Anlaşma”), TBMM’nin açılışıyla birlikte meclis genel kurulu tarafından onaylandı ve 07.10.2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Anlaşma’yı henüz onaylamamış 6 ülkeden biri olan Türkiye, anlaşmanın TBMM tarafından onaylanması ile birlikte taraf ülkelerden biri haline gelmiş oldu.
Anlaşma özetle dünya genelinde karbon salınımını 2030’a kadar %50 oranında azaltmayı ve 2050 yılı itibarıyla sıfırı indirmeyi ve böylelikle yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırarak küresel ısınmayı yavaşlatmayı hedefliyor. Anlaşma ile belirlenen hedefler oldukça iddialı olsa da Anlaşma, taraf ülkelere karbon salınım miktarı bakımından bağlayıcı herhangi bir üst sınır getirmiyor. Bu çerçevede, taraf ülkeler yalnızca kendi şartları doğrultusunda hedefledikleri karbon salınım miktarlarını ulusal katkı beyanlarıyla ilan ediyor. Anlaşma’nın, taraf ülkelere hedeflenen karbon salınımı bakımından bağlayıcı bir yükümlülük getirmiyor olması, Anlaşma’nın küresel amacına ulaşabilmesinin önündeki temel engellerden biri olarak değerlendiriliyor.
Avrupa Birliği Düzenlemeleri
Ancak Avrupa Birliği Dünya’nın ilk karbon nötr (carbon neutral) kıtası olma hedefi çerçevesinde bu konuda öncü bir rol üstlenme niyetinde ve bu doğrultuda Türkiye’nin ve Türk şirketlerinin yatırım ve üretim politikalarını değiştirmeye zorlayacak birtakım adımları halihazırda attı. AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal) çerçevesinde 2030’a kadar karbon salınımını %55 oranında azaltmayı ve 2050 yılı itibarıyla da sıfıra indirmeyi dijital dönüşüm ile birlikte öncelikli 2 hedefinden biri olarak belirleyerek, bu amaç doğrultusunda 1 trilyon Euro’luk bir bütçeyi kullanıma sunma taahhüdünde bulundu. Bunun da ötesinde, söz konusu hedeflere ulaşılabilmesi için tüm AB üyesi ülkeler üzerinde bağlayıcı olan ve bundan sonraki tüm AB mevzuatlarının uyum içerisinde olması gerekeceği tarihin ilk Avrupa İklim Yasası’nı (Eurupean Climate Law) kabul etti. Bu çerçevede, tüm AB üyesi ülkeler ve tüm sektörler karbon salınımının spesifik olarak belirlenmiş oranlara düşürülebilmesi için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlü durumda. Buna paralel olarak, Türkiye’nin AB uyum süreci kapsamındaki iç hukukunu AB hukuku ile uyumlu hale getirmesi yükümlülüğü çerçevesinde benzer bir kanuna doğrudan kendi iç hukukunda da yer vermesinin gündeme geleceği belirtiliyor.
Karbon Sınır Uyarlaması
AB, ayrıca ticari ilişkide bulunduğu ülkeleri benzer adımları atmaya zorlayacak bir mekanizmayı harekete geçirmiş durumda. AB, gerek AB sınırları içerisinde üretim yapan şirketlerin üretimlerini, karbon salınımını azaltma konusunda yeterli gayreti göstermeyen ülkelere kaydırmasını engellemek gerekse de ticari ilişkilerde bulunduğu ülkeleri benzer hedefleri benimsemeye zorlamak amacıyla Karbon Sınır Uyarlaması (Carbon Border Adjustment) adı verilen ve 2023 yılından itibaren yürürlükte olması beklenen bir düzenlemeye imza attı. Buna göre, bir ülke AB’ye ihraç etmek istediği ürünün üretim sürecinde ortaya çıkan karbon miktarıyla orantılı olarak ilave vergi ödemek durumunda kalacak ve ürünlerin fiyatı içerdiği karbon miktarıyla orantılı olarak belirlenecek. Bu doğrultuda, AB’ye ihraç edilmek istenen ürünün daha fazla karbon salınımına sebep olması, daha az miktarda karbon salınımına neden olan muadillerine göre fiyat bakımından dezavantajlı bir duruma düşmesine neden olup rekabet gücünün kırılmasına yol açacak. Bu kapsamda, AB’nin uzak doğu ülkeleri dahil olmak üzere son dönemde imzalamış olduğu tüm serbest ticaret anlaşmalarında taraf ülkelerden karbon salınımı bakımından belirli taahhütler alması da aynı amacın benzer bir görünümü olarak ortaya çıkmaktadır.
Türk Şirketlerine Doğrudan Etkileri
Türkiye’nin senelik ihracatının %40’tan fazlasını AB’ye gerçekleştirdiğini ve AB’nin, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Türkiye’deki şirketlerin karbon salınımı düzenlemelerine yeterli özeni göstermesi, Karbon Sınır Uyarlaması mekanizmasının oluşturacağı yeni denklemde AB’deki mevcut pazar payını koruması ve arttırması için önem arz edecektir. Türkiye’deki şirketlerin gerekli adımları vakit kaybetmeden atması durumunda - pandemi sürecinde uzak doğu ülkeleri ile AB arasında yaşanan tedarik sorunları ve fiyat artışları da göz önünde bulundurulduğunda - Türkiye’nin AB’deki pazar payını genişletmesinin önünün açılacağı değerlendirilmektedir. Buna paralel olarak, ülkelerin belirleyeceği karbon salınım hedefleri ve buna uyum performanslarının, uluslararası finans kuruluşları tarafından sağlanacak finansmana erişim bakımından da belirleyici bir rol üstleneceği ifade edilmektedir.
Netice itibarıyla, her ne kadar Paris İklim Anlaşması’nın onaylanması Türkiye’nin yeşil ekonomiye geçebilmesi bakımından tek başına yeterli olmasa da olumlu bir adımdır. Diğer yandan AB, kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuatsal düzenlemelerde üstlendiği öncü rolün bir benzerini karbon salınımına ilişkin düzenlemelerde de üstlenmek istemektedir. Bu doğrultuda, Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa İklim Yasası ve Karbon Sınır Uyarlaması aracılığıyla karbon salınımında öngörülen hedeflere ulaşabilmek öncelikli hedeflerden biri haline getirilmiştir. Uluslararası ticareti önemli ölçüde etkileme potansiyelini haiz bu düzenlemeler, Türkiye’de faaliyet gösteren şirketleri de doğrudan etkilemektedir. Bu kapsamda, AB’nin halihazırda yayımladığı ve Türkiye’de de uygulanan/uygulanacak mevzuatsal gerekliliklere uyum için gerekli adımları bugünden atmaya başlayan şirketlerin (i) AB pazarındaki payını koruyabileceği/artırabileceği ve (ii) finansmana kolay erişim noktasında da önemli bir avantaj sahibi olacağı değerlendirilmektedir.
Kommentare